
“İsa doğdu, benim koca bilginim; kağıt farem benim! Doğdu mu, doğmadı mı diye ince eleyip durma! Elbette doğdu; budala olma! Günün birinde bir makinist bana dedi ki: Bir lup alıp içtiğimiz suya bakarsan, onun göze görünmeyen küçük küçük kurtlarla dolu olduğunu görürmüşsün. Kurtları görecek ve su içmeyeceksin. İçmeyeceksin de susuzluktan gebereceksin! Lupu kır patron! Kır namussuzu da, kurtlar hemen kaybolsun! Sen de suyu içip serinle!” (Kazancakis, s.143)
Nikos Kazancakis’in Zorba romanındaki Alexis Zorba karakterinin ettiği bu sözler modern dünyadaki en derin problemlerimizden birine işaret ediyor: Düşünen insanın hayatını epeyce meşgul eden inanç ve rasyonel sorgulama çatışmasını. Ortodoks, Katolik, Sünni, Şia dünyalarındaki düşünürlerin omuzlarına çöken bu çatışma bir gerilim haline sebep oluyor. Edinilmiş ve tecrübi bilgi, aydın zihni her türlü inanç karşısında bir uzaklaşma tavrı geliştirmesine sebep olmakta. Bu tavır beraberinde daha gerçekçi bir dünya algısı yaratmaktadır. Bu gerçekçi dünya algısı haliyle imgeleri ve imgesel düşünceyi sanat ve din kurumlarına kapatıyor. İmgelem dışındaki her türlü düşünüş halini aklın konusu yapıyor ve bu bağlamda korkusuzca analiz ediyor. Bu eylemleri gerçekleştiren bireyler için artık imge haline geri dönüş ne yazık ki pek mümkün görünmüyor. Yazık çünkü bu zihin hali bütünsel bir cevaba sahip olamayacağının da farkında oluyor. Bu cevapsızlık hali KONFOR KAYBINA sebep oluyor. Bütün bir cevaba sahip olan inançlı zihin muhteşem bir konfor haliyle sabit bir psikolojik hal içerisinde devam edebiliyordu. Oysa cevapsızlık hali beraberinde konfor kaybını; bu da biyolojik organizmayı psikolojik bunalıma sokuyor. Bunalım halindeki bu yeni zihin hayatını konfor içerisinde idame ettirmesine yarayan tüm şemalarını birer birer kaybetme tehlikesiyle baş başa kalıyor. Bu görülen o ki travmatik bir yol. Zira bu yolun eşiğindeki insanların büyük bir kısmı çözümü imge dünyasına kaçmakta buluyor. Nitekim Pascal bu olguya verilebilecek en etkileyici örnektir. Pascal’ın şu sözlerinden bu olgunun varlığını örneklendirebiliriz:
“İnsanın körü körüne ve sefil durumunu gördüğüm zaman kendi dilsizliğiyle bütün evrene baktığımda, sanki evrenin bu köşesinde yitmiş gibi onu buraya kimin koyduğunu, ne yapmaya geldiğini, öldüğünde ona ne olacağını bilmeden, bir şey bilmekten aciz, insanı kendi kendine ışıksız bırakılmış gördüğümde, dehşete düştüm, uykusunda alınıp korkunç ıssız bir adaya götürülen, uyandığında hiçbir kaçma yolunun olmadığının gören biri gibi. Sonra, böyle sefil bir durumun insanları ümitsizliğe sürüklememesine şaştım.”(Armstrong, s.427)
Bu sözler Pascal’ın eşikten baktığına delalet ediyor. Bu eşikten ürken Pascal Jansencilikle birlikte hızla imge dünyasına geri dönüş yapar:
Ateş
“İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı, Yakup’un Tanrısı” filozofların ve bilginlerin Tanrı’sı değil. Kesinlik, keskinlik, yürekte duyulan neşe, huzur.
İsa Mesih’in Tanrısı.
İsa Mesih’in Tanrısı.
Benim Tanrım, senin Tanrın.
Tanrın Tanrım olacak.”
Bu saatten sonra Pascal için huzurdan fazlası olamazdı. Zira mistik rüya deneyimi ondan çok kıymetli bir şeyi……………… çalmış olsa da ona huzurunu geri vermişti.
Eşiği bir kez geçtikten sonra adım atmaya devam eden zihinler ise deliliğin sınırlarında hayatlarını sürdürüyorlar. Bu hal kanımca bilgiyle gerçekten tanışmanın tek yolu. Toplumsal yaşayışta kendini derinden hissettiren gelenek temelli bilgiler (burada her gelenek bilginin kötü anlam taşıdığı çıkmaz. Aynı zamanda geleneğe dair inançlarında eleştirildiği anlamı çıkmaz) deliliğin sınırlarında incelenmeye devam edildiği takdirde sizi kavramların dünyasına taşır. Bu kavramsal zihnin doğuşu bireysel acının artışınında habercisidir. Zira bilimsel bilgi de bu raddeden sonra sorgulanacak bir mecra haline gelir. Çünkü bu zihin hali tüm ön kabullerden rahatsız olur ve uyum problemi yaşar. Bu uyum problemini aşmak ise tüm bilme eyleminin evrimleşmesine bağlıdır. Aklın çocuk hali aşıldıktan sonra ortaya çıkan ergen akıl yeni bir şeye gebe kalırsa doğacak olan olgun akıl yeni bir muhakeme yeteneğine sahip olur. Bu muhakeme yeteneği deliliğin sınırlarında gezen insanı tepkisel-duygusal eylemlerden kurtaracaktır. Ussal düzenlemenin varlığı bireyi daha kararlı bir hakikat arayışına kaçınılmaz olarak yönlendirir.
Bu aşamaların sonucunda yeniden inşa süreci başlar. Yeniden inşa sürecinde kavramlar taklidi bir şekilde öğrenilmez. Her kavram linguistik, tarihsel kökenleri dahil olmak üzere organik bir bağlama oturtulur. Söz gelimi “akıl” aracıda ikal etmek(bağlamak) kökünden gelir. Her veriyi birbirine bağlayarak organizmanın görüşünü yüceltir ve anlama kapasitesini arttırır. Organik bu bağlam acı halinin zevke dönüşmesinin de habercisidir. Michel Foucault “Bilgi derin bir şekilde zevkle ilişkilidir.” derken aklın çocuk ve ergen halinden doğan olgun zihnin bilgi ve anlama kapasitesi organik bir bağlam temelinde dönüşünce yaşadığı haz durumunun haberini verir.
Deliliğin sınırlarında yaşanan acı hali yerini doymak bilmeyen bir şehvete bıraktığında olgun aklın tüm dünyayı organik bağlamlara oturturken yaşadığı zevk artık doyurulabilir olmaktan çıkar. Hakikate dair yolculuk bu noktadan sonra başlar.
“Özgürlük, kim olduğumuzu keşfetmekte ya da saptamakta değil, bizi tanımlayıp sınıflandırmış bulunan tüm kurumlara başkaldırıda yatar.” (Foucault)
13 Temmuz 2019 Cumartesi 01.15
Kaynakça
1.Tanrı’nın Tarihi, Karen Armstrong
2.Nicos Kazancakis, Zorba
3.Michel Foucault, Deliliğin Tarihi
4.Cengiz Özakıncı, Dil ve Din
5.Hieronymus Bosch, Aptallar Gemisi