Her şey her şey ile ilişkilidir. Ancak yakın şeyler birbirileri arasında uzak şeylere kıyasla daha ilişkilidir. Waldo Tobler coğrafyanın ilk yasası olarak bu sözleri sarf etti. Bu yasa ne anlama geliyor gerçekten? Biz coğrafi olarak her şey ile ilişki kurabilir miyiz?
Gerçekten de her şey her şey ile ilişkili midir? Mesela müzik, tarım, ticaret, özgürlük olgularını birbirleriyle ilişkilendirebilir miyiz? Bu olguların coğrafi açıdan bir ilişkisi gerçekten mevcut mudur? Gelin cevap için coğrafi zihin haritamda bir yolculuğa çıkalım:
Öncelikle insanlık medeniyetini geliştiren tarım olgusunu inceleyelim. Tarım, iklim bozulduğu için insanların yerleşik yaşama geçmesiyle kadınların başlattığı insanlık dünyası için çok önemli bir devrimdir. İnsanlık kadınların toplayıcılıktan kazandığı tohum bilgisi sayesinde akarsu kenarlarında yerleşip verimli alüvyon ovalarında tarıma başladı. Akarsuların verimli topraklar getirdiğini keşfeden insanlık tarım yapmaya ve yerleşik hayatı kurmaya başladı.
Tarımsal üretimin giderek artmasıyla tarımsal ürünlerde artış yaşandı. Bu artıştan dolayı şehir yapılanmasında gerekli olan sınıfları besleme imkanı doğdu. Artık çiftçiler kent sınıfındaki din adamı, bürokrat, bilim insanı gibi tipolojileri besleyen medeniyetin temel üreticileriydiler. Kent bu kolonlar üzerinde yükseldi. Gün geçtikçe ürün fazlasını ticaret için kullandı. Tüm dünyaya yayılma süreci derinden bir hız kazandı.
Ticaret; refahı getirdi. Ancak refah beraberinden sömürü adındaki bir şeytanı taşıyordu. Toplumlar refahlarını arttırmak için önce kendi halkını sömürdü. Bu sömürü kent medeniyetlerini doyurmaya yetmeyince rakip kent medeniyetleri ile rekabet ve sömürü yarışının içine girdiler. Örneğin Fırat ve Dicle nehirlerinin oluşturduğu Mezopotamya medeniyeti Nil nehrinin oluşturduğu Mısır medeniyetiyle mücadele içine girdi. İnsanlık bu alanlarda rekabetin getirdiği yaratıcı güçle medeniyetlerini ileri taşıdılar.
Dinler ticaret ile bilgi iletişiminin artması sonucu doğdukları alandan dünyanın öteki alanlarına yayıldı. Netice itibariyle acılar, sevinçler, gelenekler, bilgi birikimi bu kaotik düzende yayılmaya başladı. Artık medeniyetler arasında bloklaşma derinleştikçe sömürü de şiddetlendi. Örneğin Haçlılar Müslüman coğrafyaların zenginliklerini ele geçirmek için ağızlarının sularını akıta akıta binlerce km ötelerden diyarlarını terk edip geldiler. Ancak karşısında kendisi gibi kaya gibi köklü bir medeniyet karşısında tutunamadı ve kabuğuna geri çekildi. Bu sefer şansını okyanus ötesinde aramaya başladı.
Coğrafi keşifler ile Amerika’yı keşfeden Batı medeniyeti kendinden teknolojik olarak daha az örgütlenmiş bir medeniyet bulduğu gibi sömürü düzenini ince ince işlemeye başladı. Bir zamanlar Babil’de kentlerde halkı,çiftçiyi sömüren din adamlarının torunları bu sefer kilise adı altında Tanrı sözleriyle Amerika kıtasını sömürmeye başladı. Milyonlarca yerli halkı katleden İspanyol ve Portekizli kaşifler kadim dünyalarının tüm açgözlülüğüyle saldırıya geçtiler.
Ne bulduysa sömüren bu devlet akıl almaz bir ticaret ağı kurdu. Avrupa kıtasının refahı artacak diye Amerika ve Afrika’yı sömürmeye başladılar. Afrika’ya baskın düzenlediler. Kentleri, köyleri yağmaladılar. Ele geçirdikleri insanları köle ettiler. Gemilerle hayvan muamelesi ettikleri Afrika yerlisini kırbaçlar ile terbiye etmeye kalktılar. Anavatanlarından kopardıkları insanlara işkenceler ettiler. Peki ne için?
Amerika kıtasında katlettikleri yerlilerden dolayı insan gücüne ihtiyaç duydukları için. Tarlalarda kim çalışacaktı. Kıymetli batılı beyaz hanımefendi ve beyefendiler mi? Bu bir hakeret kabul edileceğinden bir hayvan gibi Afrikalı köleler satın almaya başladılar. Amerika’nın pamuk tarlaların çalışacak zenciler İncil ile uyuşturulup hadım edilen hayvanlara dönüştürüldüler. Hristiyanlık hurafeleri ile zehirlenen Afrikalı insanlar kırbaçlarla pamuk plantasyonlarında çalıştırıldılar.
Acı, dram, vatan hasreti, yas Afrika insanının özüne işledi. Tarlalarda tecavüze, işkenceye, zulme uğrayan Afrikalı insanlar Blues müziğini ortaya çıkardılar. Kendi dramlarını, hislerini geldikleri toprakların melodileriyle harmonize eden Afrikalıların Blues müziği; binlerce yıllık tarım, ticaret, sömürü düzeninin köklerinden meydana geldi.
Pamuk plantasyonlarında kırbaçlanan bir Afrikalı kardeşine destek olmak için ve çığlıkları bastırmak için hep bir ağızdan Blues yapmaya başladılar. Yahut bir maden ocağında ayakları zincirliyken yüksek sesle ritm tutan insanlar zulmün hüküm sürdüğü coğrafyalara ağıtlarıyla bir gelenek armağan ettiler.
Bugün Amerika’nın güney eyaletleri siyahi afro-amerika kökenli insanların en yoğun olduğu alanlardır. Blues müzik Texas, Alabama, Georgia, Arkansas,Louisiana(New orleans şehri bugün Jazz ve Blues müziğin kalbinin attığı yer),Mississipi’den tüm Amerikan şehirlerini sarmış durumda.
At üzerindeki sözgelimi beyaz efendilerin kırbaçları maden ocaklarında, tarlalarda çalıştırılmak için köle edilmiş Afrika insanının seslerini kesmeyi başaramadı. Müzik ile Amerika toprağına kök salan bu insanlar kendi kaderlerini artık yeniden yazacak.
Görüldüğü üzere Amerika’da güney eyaletlerini sulayacak bir Mississipi nehri olmasaydı, tarım yapılamayacaktı. Tarım yapılmasaydı belki de Afrika’dan insanlar tarım için köle edilip vatanlarından koparılmayacaktı. Belki de İnsanlık hiçbir zaman blues müziğine gerek duymayacaktı. Tüm bu acılara göğüs geren talihsiz coğrafi olayların mağduru Afrikalı kardeşlerimizin; tüm dünyada blues müziğini sadece kadim bir hatıra olarak çalması dileğiyle….
Bu yazı büyük insan Martin Luther King’in anısına ithafen yazılmıştır.
I be so glad when the sun goes down (Güneş battığında çok mutlu olurum)
I be so glad when the sun goes down (Güneş battığında çok mutlu olurum)
I ain’t all that sleepy but I wanna lie down (Uyuyamayacağım tamamiyle ama en azından uzanmak istiyorum)
I ain’t all that sleepy but I wanna lie down (Uyuyamayacağım tamamiyle ama en azından uzanmak istiyorum)
I wanna lie down (Uzanmak istiyorum)
I wanna lie down (Uzanmak istiyorum)
I ain’t all that sleepy but I wanna lie down (Uyuyamayacağım tamamiyle ama en azından uzanmak istiyorum)
Oh what’s it gotta matter, baby (Ne önemi var bebeğim)
I can’t see (Göremiyorum)
Oh what’s it gotta matter, baby (Ne önemi var bebeğim)
I can’t see (Göremiyorum)
No the silent drive was bold (Sessiz sürücü cesur değildi)
He was down on me (Üzerime sürdü)
No the silent drive was bold (Sessiz sürücü cesur değildi)
He was down on me (Üzerime sürdü)
Yes drop your corner lad (Evet, köşeye adamını bırak)
You ain’t got your own mind (Kendin yapacak dirayetin yok)
Yes drop your corner lad (Evet, köşeye adamını bırak)
You ain’t got your own mind (Kendin yapacak dirayetin yok)
You won’t be worried when (Güneş battığında artık endişelenmeyeceksin)
The sun goes down
You will never be worried (Güneş battığında asla artık endişeli olmayacaksın)
When the sun goes down
I hope I won’t (Umarım olmayacağım)
Let the lord get (Tanrım lütfen olmayayım)
I hope I won’t (Umarım olmayacağım)
Let the lord get (Tanrım lütfen olmayayım)
I need you living when (Özür kadlığımda yaşamak için sana ihtiyacım var)
When I was free
I need you living when
When I was free (Özgür kaldığımda bir duvarda seninle başım beladaydı)
I’m in a wall of trouble you
Oh right to me (Tam olarak bana doğru)
I’m in a wall of trouble you
Oh right to me
Oh right to me
I’m in a wall of trouble baby
Oh right to me
Aşk, özgürlük, özlem, umut hislerini anlatan bir blues. Müzikteki çalışan kölelerin sesine dikkat…
VOLKAN BARTIK