İnsanın hayatını tek başına oluşturabilmesi, kendini etkileyen etmenlerin yalnızca yine kendiyle ilgili olabilmesi mümkün müdür?
Var mıdır etrafımızda bir insana, bir inanca, bir dünyaya bağlı kalmadan, ona tutunmadan yaşayabilen? Yoksa bizi asıl var eden
onların ta kendisi midir? Anlamlandırma çabamız, dünyayı, evreni anlamak için midir yahut Tanrı‘yı ya da bir başka hakikat için mi?
Etrafına bakmaya başlayan insan içinde birçok şey biriktiriyor. Sonra zamanla bir bakıyor ki ne kadar çok şey birikmiş ise içeride, o kadar
az şey sızıyor dışarıya artık. O anlamlandırma meselesinin en çok kendini arayış meselesi olduğunu anladıkça, zamanla susmaya başlıyor insan. Bu sükunet kimi zaman sessizlikle kimi zaman aslolanı saklayan sözcükleri bağırmakla oluyor. Fark ediyorsun ki bazen en çok inkar ettiğin, senin en büyük hakikatin oluvermiş. Bazen hakikat sandığın, en büyük inkarın… Kendi gerçeğine yaklaştıkça kimi acıya yaklaşıyor, kimi acının ta kendisi oluveriyor. İçini kaplayan huzursuzluk sana ait sandıklarını bertaraf edip uykularını kaçırırken, kendinle arana giren mesafelerin içerisinde buluyorsun kendini. Olduğun yerle, olman gereken yer arasındaki mesafenin kavgası içerisinde…
Tüm bunlar olurken insanı insan yapan o müthiş hediye giriveriyor devreye. Unutmak diyor biri, senin en kıymetli hazinen. Sürekli
hatırlayarak hangimiz yaşayabilirdik? Bizi her seferinde yenileyen hayatımızdaki değişiklikler değildir her zaman. Kimi zaman unuttuğun şeyde gizlidir yüzündeki ifadenin kaynağı. Kimi zaman hatırladıklarının (ya da hatırlatılanların) ağırlığı içinde.
Günün sonunda karar vermesi gerekir insanın. Senin lisanın konuştuğun lisan mıdır yoksa sustuğun mu? Arayışın sonucunda bulduğun sanrılar mıdır seni var eden, yoksa arayışın ta kendisi mi? Hadi topla cesaretini ve sor kendine. Sana ilk ne hatırlatıldı, onu unutabildin mi?
Unutmak gönlün ve beynin en yakın arkadaşıdır.çok bir güzel yazı olmuş ellerinize yüreğinize sağlık .