Modern zamanda turbo kapitalist ilişkiler şehir yaşamındaki kamusal ilişkileri minimuma indirmiş vaziyette. Metropol şehirden megalopol şehre doğru yaşanan bu şehirsel evrimde insan ise konumunu yeniden değerlendiriyor. Bu bağlamda insan bireysel bir hayatı seçmiş gibi gözüküyor. Bu seçim sokak ve kaldırım kültürünün şehirlerde ölmesi ile sıkı ilişki içerisinde.
Bugün metropolde yaşayan insanlar her gün binlerce tanımadığı surat ile karşı karşıya kalıyor. Bu yabancılık hissi insanda haliyle güvensizliğe yol açıyor. Bu sebeple de bu olgu şehir insanının kendisini ötekilerden tecrit etmesine neden oluyor. Sokağımızda hiç tanımadığımız insanları görüyoruz. Kaldırımlarımızda olanlardan bi haberiz. Bu sebeple aile kurduğumuzda da çocuklarımızı tanımadığımız sokağımıza kaldırımlarda oyunlar oynasın, sosyal ilişkiler kursun düşüncesiyle yollayamıyoruz.
Bu durum aslında çok girift bir neden sonuç ilişkisi halinde varlığını devam ettiriyor. Sokağın ölümü bir bakıma şehrin bize dayattığı bir şey. Şehir yaşamının bize ne dayattığını kısaca açıklamak gerekirse:
1-Şehir sürekli göç alan bir mekan olduğundan yerlileşmenin zorlaşması,
2-Şehirlinin kira olgusu yüzünden sürekli hareket halinde olmasından dolayı yerlileşmenin zorlaşması,
3-Mesai kavramı sebebiyle çalıştığımız yerin evimizin sokağından farklı bir yerde olmasından dolayı kendi sokağımızdan uzak kalmamız
4-Teknolojinin hayatımıza girmesiyle birlikte sanal hayatın insanı sokaktan koparması
Şehir Modeli ve Sokakların Ölümü
Bu gibi durumların oluşmasında şehir modelinin de epey bir etkisi var. Kadim İstanbul’un dışarısına biraz çıktığınızda bu durum gözlenebiliyor. Şehir bölgelerini birbirine bağlayan yerler insanlar için değil taşıtlar için tasarlanmış. Örneğin Eminönü Beşiktaş hattı üzerinde olan sahil yolunda yürümek bir işkenceye dönüşmüş durumda. Çünkü bu hattaki sokaklar trafik tarafından işgal altında. Taşıtların sokağa saldığı karbondioksitin yanı sıra çıkardığı gürültü sokağın artık size değil makinelere ait olduğunu gösteriyor.
Şehirler büyüdükçe artan nüfusun ulaşım ihtiyacı elbette karşılanmak zorunda. Ancak metropollerde sokakların tek işlevi sadece ulaşımı karşılamak olmamalı. Çünkü bu durum sokaklarımızda yaşamı öldürmüş vaziyette. Artık insanlar sokakları sadece bir yerden bir yere gitmek için kullanıyor. Şehir hayatı binaların içerisinde geçiyor.
Bir saniye gözlerimi kapatıp Tophane caddesinde durduğumda tramvayın sesi, trafikteki araçların motor ve korna sesleri, inşaat makinelerinin sesinden rahatsız olmamın dışında kötü hava sebebiyle öksürmem bir oluyor. Bu da yetmiyor sokaklarımda toprağın betonla kaplanması, beton ormanları derken şehir sıcaklık adasının oluşması aşırı terlememe sebep oluyor. Yani kendi sokağım tam anlamıyla şehrin hızı içerisinde yaşanamaz bir yer haline gelmiş durumda. Aslında bazen düşünüyorum da binaları birbirine bağlayan yeraltı kaydırak sistemi yapsak böylece tüm insanlar bir tüpe binip gitmek istedikleri yere kayarak gitse de biz sokaklarımıza geri kavuşsak… Şehir bir arı kovanı gibi hızlı, koordineli çalışmak için sokaklarımızda kaos yaratmak zorunda olmasa!
Evet ben dahil olmak üzere şehrimin içerisinde yaşayan toplum depresyon hali içerisinde. Haliyle bu kadar uyarıcının olduğu ortamda yaşanan stres hali bizi kamusal herhangi bir çabanın içine girmekten de alıkoyuyor. Sokağımıza geldiğimiz gibi güvenli bellediğimiz uyarıcı miktarının azaldığı kapsüllerimize sığınıyoruz. Sokaklarımızı arabalarımızı koymak, kaldırımlarımızı ise çöplerimizi atmak için kullanıyoruz. Artık yeni yapılan şehir alanları da hız, yalnızlık, bireysellik, kamusal alanın çöküşü üzerine kurulmaktadır.
Bazen gözlerimi kapatıyorum ve sokağında toprağın, doğal bitki örtüsünün, faunanın olduğu bir ortamda sandalyemizi çekip sohbet ettiğimiz bir şehir sokağını düşünüyorum. Sokağımızda demokratik, entelektüel tartışmalar içerisine girdiğimiz kamusal alanı hayal ediyorum. Çocuklarımızın yan yana akşam karanlığında oyunlar oynarken yetişkinlerin gerçek bağlar kurabildiği sokakları hayal ediyorum. Gençlerimizin el ele korkusuzca dolaşabildiği hoşgörünün, refahın olduğu insan için doğa için yapılan mekanları hayal ediyorum.
Oysa gördüğüm aynı iş yerinde bile birbirinin arkasından konuşan, birbirinden nefret eden insanlar, birbirlerinden nefret eden komşular, tanımadığı birine karşı ilk tepki nefret ve korku olan vatandaşlar, her tarafta egzoz dumanı, motor gürültüsü, inşaat makineleri…
TOPRAĞA BASMAYI ÖZLÜYORUM…
Daha derin şehir anlamlandırmaları için Mumford’a baktınız mı?
şehir ve insan ayrılmaz ikili insana değer verilen sokakların bir nirengi noktaları var şehir insanı yok saydığı için hız ön planda olduğu için kimlik de oluşmuyor ve insan o sokaklara kendini ait hissetmiyor .şehrin yaşanmışlıklara izin vermesi lazım izlere izin vermesi lazım işte o zaman sokaklar anlam kazanır.
merhaba, tramvay fotoğrafının altına tophane yazmışsınız. Sanırım yanlışlık var. Orası Eskişehir. Belirtmek istedim. Yazı da son zamanlarda okuduğum en güzel yazı. Haklı isyanlar…
Merhaba Nisa,
Uyarın üzerine ilgili düzeltmeyi sağladık.
Teşekkürler… 🙂