Zemheri bir günün sabahına yorgan altında yapayalnız uyanmak ne zor. Balkon kapısının altından esen buz gibi rüzgar tenini öpmeye ne kadar da meraklı. Kaçmalı, sonsuza kadar o lanet olasıca utanmaz, arlanmaz rüzgardan kaçmalı. Asla çıkmamalı bu yorgandan yapılma kalenin içinden. Hem diyelim ki çıktı; ne görecekti yalandan başka. Nasıl olsa her defasında tüm o rezil yaşanmışlıkları unutmak için geri dönmüyor muydu o yorgandan kalesinin altına.
Lanet olasıcalar ne kadar da meraklıydılar; etimin her zerresini dişlerinin arasında çiğnemeye. Bitmek tükenmek bilmeyen iştahları ve yorulmaz demir çeneleri ile her gün doğumundan batımına kadar devam ettirdikleri o şirret döngü. İniltilerim Allahu Ekber dağlarında her gün leş kurt ve çakal yabanıllarının iniltilerine karışmakta…
Ahhhhhhhhhhhhhhhhhhhh….
O seste neyin nesi? Yataktan kalkmamak için düşündüğüm o aforizmaların hiç sırası değil. Sabah 5.45’te sokaktan gelen koşuşturmalar da neyin nesi?
Günün en soğuk vakitlerinde insanlar koşmak ve çığlık atmak için sokağa çıkmış olamazlar. Nefesim hiç bu kadar hızlı atmamıştı. Kalbimi dün gece yediğim iğrenç makarna parçaları ile birlikte kusacağım, galiba…
Anne. Anne.
Neler oluyor Allah aşkına? İyi misin? Lütfen ses ver.
Çelik kapı neden açık?
?Siz de kimsiniz? Annem nerede?
Artık yolun sonuna geldin. Tüm lanet olasıca adamlarını ele geçirdik. Numara yapmanızın bir alemi kalmadı, Ali Bey.
Ne numarası aşağılık herif, ne adamları, annem nerede? Ne yaptınız ona?
Sorgulamak için karargaha götürdük. Tüm yaptığın suçları itiraf etmen için ona ihtiyacımız olacak. Sizin ne denli ketum bir aşağılık olduğunuzu biliyoruz. Değer verdiğiniz şeyleri korumak için sizi bülbül gibi şakırken görmek… Lanet olası bir sevişmeden bile daha güzel…