Ruhun boşluğunda sıkışıverdiği anlar olur yaşamımızda. Saklandığı yerden çıkabilmek için bir kıvılcımı kovaladığı çırpınışlar. En iyisi kaçmak! Kaç kez söyletir bir insana hayat bunu. Bir yazıya böyle başlar mı insan? Ruhunun sıkışmasına sebep neydi varlığında. Korktuğun, istemediğin, sevdiğin, nefret ettiğin, dillendirmediğin, zor olan ya da bilmediğin…
Kabullenmek ruhumuzu ne ile baş başa bırakıyordu? Vicdanımızla mı yoksa ruhunu çepeçevre saran bir korkuyla mı? Vicdan kimi zaman korkaklığın önüne sürdüğümüz yalınkat bir gerçekliğe dönüşmekte. Susmak, vazgeçmek, bencillikten feragat etmek bizi daha iyi bir insan mı yapacaktı? Durun, cesaret edebilmeli adam akıllı bir saçmalamaya. Anlatım bozukluğu mu dersiniz, saçmalamakta mantık aranır mı? Denemediysen eğer içinde susturmaya çalıştığın o çılgınca yahut pestenkerani isteğini, beyninde öylece büzülüp kalıveriyor. Çünkü denemek hatalarına verdiğin bir ön addan ibaret çoğu zaman. Yanılgın sana bir hata daha için açılan başka bir kapı. Hepimizin bildiği o ilk hikayede, cesaretin (hatanın) bedeli ödenerek başladı doğrusu da yanlışı da. Çoğunluğa, tüm doğru sayılanlara karşı başka bir gerçekten hareketle adım değil mi dönüp baktığımızda hayatımızı değiştiren o müthiş buluşlar.
Yeri geldiğinde yüzümüzü insanlara dönük bir şekilde yaşamaktan sakınabilmeliyiz. Bir başkası bunu doğru sayıyor mu değil, bu doğru mu diye sorabilmeli, alacağımız tepkiden, bir başkasının düşüncesinden korkmadan kararlar alabilmeliyiz. Çoğumuzun içindeki korku, itiraf edilmeyen, kaotik, tanıdık bir korkudur. Yalnız başına kalınca keşke şu dahiyane cümlemi kursaydım, şu yaratıcı fikrimden bahsetseydim diye düşünür ama asla o anlarda o cesareti kendinde bulamaz ve sonrasında derin bir pişmanlık hissine kapılı veririz. Aslında ne kadar bilgili ve güçlü olduğumuzu düşünüp(varsayıp), gerçek hayattaki tezahürünün farkına varınca, henüz sancısını çekememiş gerçeklerimizin yasını tutmaya başlayıveririz. Bağımlılık, korku, nefret, zorunluluk gibi zihni bulandırıcı duygu halleri içerisinde.
Korkumuzun yerini merak duygusu aldığında ise farklı olarak algılamaya başlayacağız etrafımızdakileri. Ve anlamaya başladığımız anda korkmak yerine başka bir şekilde bakabilmeyi öğreneceğiz hayata. Bir kalple merak edeceğiz bazen mesela. Küçük Prens kitabındaki o sırrı hatırla. “İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.” Kanadalı bir Kızılderili olan Oriah Mountain Dreamer ise Bugüne kadar ne öğrendiğin, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum…” diyor. Belki de bu sorunun cevabının peşine düştüğümüz bir anda karar vereceğiz kim olduğumuza. En başta kendimiz için, önemli miyiz, bağlı mıyız diye.